18 Nisan 2021 Pazar

Aşk Cinayetiymiş!

Geçenlerde bir haber gördüm:"Aşk cinayeti"
İnsan düşünüyor.Aşkın cinayeti olur mu?Aşıksan neden cinayet işlersin?Hele ki sevdiğin kadın üzerinden bu eylemi nasıl gerçekleştirirsin?Ağız dolu küfredesi geliyor insanın.Ama sadece on saniye yalnızca on saniyelik bir kınama...Bütün ulusal kanallardan on saniyelik bir kınamadan öte bir şey yapamıyoruz.Ama en azından iç dökmelerle buna kalben dur diyorum ben.En azından kendi açımdan...Üzerimdeki yükü kaldırıyorum.
Aşk cinayetiymiş.Peh...
Namus cinayetiymiş.Peh...
Sevdiği içinmiş...
Abartmıyorum bakın vücudunun 26 farklı noktasına bıçak sokup çıkartmış.
Sevdiği için...
Evladının yanında...Yemek yerken boğazını kesen birini ve etrafta hiç kimsenin kadına yardım etmediğini düşünün.
Bu da sevdiği içinmiş...
Ne sevgi ama...
Ne zamandan beri sevgimizi bıçakla,silahla,dayakla gösterir olduk.Hem de savunmasız birine.
Yemek tuzsuz olur:"Böyle yemek mi olur?"deyip dövmek.
Yemek tuzlu olur:"Bu kadar tuzlu yemek mi yapılır?"deyip dövmek.
Yemekte sıkıntı yoktur,masada su yoktur:"Susuz yemek mi yenir?"deyip dövmek.
Neden?..
Son olarak kurtulursa bu dünya sevgi ile kurtulacak.

18 Mart 2020 Çarşamba

Şu boğaz harbi nedir?


’Şu Bogaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü be
şi’’
Dizesiyle başlayan ve müellifi Mehmet Akif olan şiiri, Çanakkale Harbini hiç görmemesine rağmen, cihanın en dar makberini Türk askeri için kazmaya Akif karar vermişti.
Yıl 1914…
1.Dünya Savaşı başlamış, Batı’nın emperyalist devletleri, Çanakkale’ye dayanmıştı. Boğazı geçerek ardından da anadoluya doğru yolması işten bile değildi. Bu emperyalist ülkeler diğer yandan da Arap kabilelerini Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmayı kendilerine şiar edinmişlerdi.
Osmanlı İmparatorluğu, Alman İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu bir taraf, diğer tarafta da Fransa İmparatorluğu, Britanya imparatorluğu[Birleşik Krallık, Avustralya, Yeni Zelanda, Britanya Hindistanı ve New Foundland(1907-1949 yılları arasında Birleşik Krallığa ait dominyon olmuş bir bölge)]
Bu büyük ve her anlamda kendilerini üstün gören adeta Çanakkale üzerinden Anadolu’ya girmeyi çok basit eylem sayan ülkelerin unuttuğu bir şeyi yine hatırlamak, hatırlatmak iyi ve yerinde olacaktır. O da ne olursa olsun planlanan her şeyin plana koyulan her tasarının üstünde mutlak bir kuvvetin olduğudur. Bu kuvveti yok saymak gafletlerin en büyüğü, en aymazı olduğu su götürmez gerçektir.
Çanakkale Harbi dünyanın her bölgesinde necip Türk Milletinin adeta küllerinden doğuşunun resmi olurken, bu şekilde tekrardan tarih sahnesinde boy göstermek isteyen diğer tüm milletlere esin kaynağı olmuştur, hala da oluyordur.
Çanakkale bulunduğu yer itibarıyla balkanlardan Avrupa devletlerine bağlantıyı sağlayan bir köprü konumundaydı. Bu yüzden Avrupalıların Çanakkale’yi ele geçirme amacı da bundandı.
Çanakkale Harbi sadece savaş olmanın yanında aynı zamanda savaşan bir milletin, bağımsızlığın yegane servet olduğunun idrakinde olan necip bir milletin insanlıktan ödün vermeden de savaşılabildiğinin de bir göstergesiydi.
Savaşta Anzak tarafında bulunan Alistar John Taylor’un kendisinin de ifade ettiği gibi, İngilizler tarafından kandırılan ve savaşa sürüklenen hevesli bir genç olmanın ötesinde değildi.
‘’Bana sigara ikram eden iki Türk’e ben de konserve et ikram etmek istedim. Ancak domuz eti olduğunu düşündükleri için kabul etmediler her ne kadar sığır etidir dediysem de ikna edemedim. O zaman ellerimle kafama boynuz yapıp öküz gibi böğürdüm. Güldüler,güldük.’’
-Alistar John Taylor

Her ne kadar bu tarz insani ilişkiler içinde bulunulsa da neticede bir savaşın içinde olan, sürüklenen milletler her şeyin farkındaydılar ve kazanan süngüleri takılmış, cepheden gözü kapalı çıkan necip Türk Milleti olmuştur

-Ertuğrul


16 Ocak 2020 Perşembe

Üç noktalı hayat



Gözyaşlarımla ısıttım bu gece yastığımın soğuk tarafını...

Gece 01:45 yalnız oda
Odama girdim sağımda masa, masanın üzerinde alelade dağılmış kitaplarımla göz göze geldim. Bir anlık düşünceyle hepsini yakmak istedim. Sonra sebebini bilmediğim bir güç bu düşüncemi kafamdan sildi. Masa ile bitişik yatağım bana göz kırpıyordu. Çarşafım çıkmış, yastığım ayak ucunda yerini almıştı. Kendimi bıraktım üzerine yastığımı başımın altına alıp bir anlık gözlerim duvarın rengine dikildi, cam göbeği pütürlü duvar bana bakıyordu, her bir pütürcük benim için bir tepeydi, gözlerimi kapadım o tepelerden aşağı doğru yuvarlanmaya başladım. İlk hissettiğim ağzıma giren topraklar oldu. Sonra kollarımı yavaş yavaş çizen keskin, jiletten keskin taşlar. Kollarım bir haritadan farksız çizgilerle donatıldı artık. Burnumdaki sızıyı hissetmem uzun sürmedi. Sıcak bir şeylerin aktığını, ağzımın içindeki toprakla beraber, kanla yumuşayan çamur kokusunun genzimi yakmasıyla hissettim.
Uçuruma doğru yuvarlanmaya devam ederken aklıma bu dehşet sonlanır mı fikri düştü. Ardından gözlerimi açınca, ilk gördüğüm beyaz pürüzsüz tavan oldu.

Sabah 10:30 sineklerle sohbet
Beyaz tavan günaydın diyerek uyandırdı bu sabah beni. Belki de yalnızlığımı azaltmaya çalışıyordum da kafamda uydurduğum bir konuşmaydı günaydın. Sonra içimi bir korku kapladı. Acaba bu da rüya mıydı? Olamazdı değil mi? Bu gerçekti, gerçek olmalıydı. Artık neyin gerçek neyin hayal, rüya olduğunun ayırt edilmesine düşüncelerim izin vermiyordu. Yatağımda doğrulup, başımı iki elimin arasına aldım düşünmeye başladım etrafa baktım. Kitaplarım masanın üzerinde yine dağınık, yatak toplanmamış, üstüm de aynı evet bu gerçek. İçimi bir rahatlık sardı. Ayağa kalkıp ilk iş olarak ekmek almaya gidecektim vazgeçip yatağa geri dönünce yastığı yüzüme bastırıp uyumaya çalıştım.

29 Mart 2019 Cuma

Aytmatov'a yapılan eleştiri gerekli miydi?

Aytmatov'un edebiyat dünyasında ses getiren kitaplarından biri olduğunu okumadan önce,kulaktan dolma bilgilerle edinmiştim.Fakat kitabın sonuyla birlikte bu niteliği sonuna kadar hakettiği kanaatindeyim.Adeta kitap bir çocuk gözünden büyüklerin dünyasına,iyi-kötü kavramlarına açılan bir kapı olmuş.Yazar aynı zamanda tarihi dokuları okşayan küçük dokunuşlar yaparak millet unsurunu da eklemeyi evla görmüş olacak ki bunları eklerken bunları kuyumcu işçiliği ile ana konuya çok iyi bir şekilde bağlanmış, o kadar ki o tarihi unsurlar olmasa sanki konu eksik kalacakmış izlenimine kapıldım.
Kitap sonuna istinaden tarafımca söylenebilecek tek unsur acaba bu kadar acıklı mı bitebilirdi.Daha olumlu ve güllük gülistanlık bitemez miydi?
Aytmatov bu soruyu zamanında, eleştirmenlerce yoğun tenkit yazısı almış olacak ki kitabın sonundan sonra eleştirilere karşı bir yazı kitabın sonunda yerini almıştır.En temelde de yazı kitabın sonunun kötü olmadığı,aksine bu kitabın ancak böyle bir sonla bitebileceğini etraflıca açıklamıştır.Kişisel olarak şunu söyleyebilirim kitap bu sonla biterek katarsis bir biçimde iç huzuru sağlayıp ahlaki olarak yüceltmeyi de peşi sıra getirmiştir.Böyle bir son dışında oluşturulacak olumlu sonuç kısmı bu kadar etkili olamazdı.

18 Mart 2019 Pazartesi

BÜYÜK DESTAN:ÇANAKKALE

Bugün 18 Mart 2019,tam 104 sene oldu şanlı zaferin üzerinden geçeli.

Bir savaş düşünülsün ki,savaş alanında metrekare başına bin adet mermi düşmüş olsun,havada birbiriyle çarpışıp iç içe geçmiş  mermiler,ve daha yüzlerce aklın tahayyül edemeyeceği yaşanmışlıklar...

Çanakkale'ye bir gezi esnasında o meşhur Çanakkale Zaferi ile alakalı aslında hiçbir şey bilmediğimi öğrendim biraz acı bir tecrübe oldu aslında.Bu savaş ile alakalı o kadar hatırat var ki,yapılan hiçbir film,dizinin bunları anlatmaya kafi geleceğine inanmıyorum.Meçhul asker,onbeşliler,parmağı savaş anında koptuğu halde tetiğe basmaya çalışan asker ve o meşhur helallik isteyen lapsekili asker daha burada zikredemeyeceğim nice asker.
...
Çanakkale esasında bir milletin,bittik diyen bir milletin tekrardan asasına var gücüyle asılıp o Türk Bayrağını,o şanlı bayrağı,yeniden ebediyete değin göndere çekmesinin tecellisidir.O imkansızlıklarda,o yoklukta var gücüyle süngüsünü düşmanın göğsünü parçalamasının,belgeli ispatıdır.

Zamanında Mehmet Akif'in bir şiirini ezberlemiştim;Çanakkale Şehitlerine,hani hepimiz biraz olsun duymuşuzdur,bu şiirden birkaç dizeyi,şöyle başlardı şiir hatta;

''Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi? 
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,''
Mehmet Akif ERSOY
...
Bu şiiri ilk okuduğumda daha lise yıllarındaydım,öyle pek de şiirmiş,sanatmış bunlarla ilgili değildim,doğruyu söylemek gerekirse şiirden de pek bir şey anlamamıştım.Ama şiir daha ilk okumamda hafızamda yer etmeye başladı,ilmek ilmek kazınmaya başladı,belleğime.Her okuyuşta,kafamda yerine oturmaya başladı taşlar da,şiirle birlikte.
...
En başta yazıldığı gibi Çanakkale Zaferi bir milletin yeniden hür iradesine kavuşmasının başlangıcıdır
Şehitlerimizin ruhu şad olsun



17 Mart 2019 Pazar

İSTİKLAL MARŞI'NA İSTİNADEN

Bu yazıyı daha önceden 12 Mart sonrasında hemen yazmalıydım,ancak kısmet bugüneymiş artık, bugün yeni bitirebildim.12 Mart 1921 günü,İstiklal Marşı'na yalnızca bir şiir yazıldı diye bakmak onu sığlaştırmaktan öte değildir,yazılırken hissedilen duygunun tarifinin de olmadığı aşikar.Ancak hatıratlardan anlatıldığı kadarıyla da bu müthiş şiirin yazılış sürecine bakmak gerekir ki yazıldığı zamanın ruhunu anlayıp,bu ruh hissedilebilsin.Çünkü;biliyoruz ki Akif gibi daha çok islami yönü ön planda olan bir sanatçının Bedr'e denk tutmak,Kabe'ye denk tutmak Akif gibi bir şahsiyetin açıkça ifade edeceği tabirler değildir.O yüzden marş okunurken yüzeysel düşünmekten ziyade derin manasında düşünselliğe gitmek daha yerinde olacaktır.Esasında Akif'in yazdığı şiirin marş olarak seçilmesi de bir hayli ilginçtir. Meclis kanunu ile bir istiklal marşı yarışması açılır,bu açılan yarışmada da dönemin önemli sanatçılarının şiirleri vardır,Kemalettin Kamu,Hüseyin Suat Bey,Mehmet Muhsin Bey bunlar şiirleri ile yarışmaya katılan sanatçıların yalnızca bir kısmı,diğer katılan şiirler de incelendiğinde onların da ne kadar güzel olduğu,gün gibi ortadadır.


‘‘Türk'ün evvelce büyük bir pederi/ Çekti sancağa hilal-i seferi/ Kanımızla boyadık bahr-ü berri/ Böyle aldık bu güzel ülkeleri.
İleri, arş ileri, arş ileri/ Geri kalsın vatanın kahbeleri.

Seni ihya için ey namı büyük/ Vatanım uğruna öldük, öldük/ Ne büyük kaldı bu yolda ne küçük/ Siper oldu sana dağlar gibi Türk.

Yürü, ey milletin efradı yürü/ Ak süt emmiş vatan evladı yürü.

Vatan evladını kurban edeli/ Milletin hür yaşamaktır emeli/ Veremez kimseye bir Çamlıbel'i/ Bağlanır mı acaba Türkün eli. 


İleri, arş ileri, arş ileri/ Çiğnenir çünkü kalan yolda geri.’’ 


Hüseyin Suat Bey
--------------------------------------------

‘‘Göz yaşına veda et/ Ey güzel Anadolu/ Hakkını korur elbet/ Türkün bükülmez kolu.

Cenk ederiz genç, koca/ Bugün değil yarın da/ Yadımız ağladıkça/ İzmir ezanlarında.

Hak yolunda kan olur/ Dünyalara taşarız/ Ya şerefle vurulur/ Ya efendi yaşarız.

Her gün yeni bir hile/ Arkasında satıldık/ Her gün yeni bir dille/ Yurdumuzdan atıldık.

Yeter ey Kabemizi / Elimizden alanlar/ Alıkoyamaz bizi/ Yolumuzdan yalanlar.’’

Kemalettin Kamu
--------------------------------------------
‘‘Yıllarca altı cephede ateşle kanlara/ Türkün hilal-ü dinine düşman olanlara/ Ceddin o, yıldırım gibi saldın zaman zaman/ Yüksek başın eğilmedi bir an cihanlara.

Ey kahramanlar ordusu, ey yıldırım-şitab/ Göster cihan-ı mağribe bir kanlı inkılab.

Ey mazi-i havariki bin dasitan olan/ Garbın zalam-ı zulmüne yüz yıl kılınç salan/ Arslan yürekli ordu/ demir giy, silah kuşan/ Zira hududu kapladı ateşle kan duman.

Arslan mücahit ordusu, ey haris-i salah/ Destinde seyf-i hak gibi bin şanlı bir silah/ Açtın sema-yı millete pür nur bir sabah/ Ati bizim, bizim artık vatan, zafer, felah.

Ey kahramanlar ordusu, ey yıldırım şitab/ Göster cihan-ı mağribe bir şanlı inkilab.’’


Mehmet Muhsin Bey
--------------------------------------------

Gelelim yarışmaya çoğu kişinin bildiği bir hikaye dönemin meclisi bir milli marş yarışması açar,kazanana bir kese altın verilecek ve yazdığı şiir güftelenip milli marş olarak kabul edilecektir.Çoğu kişi bunları kulaktan da olsa birilerinden duymuştur.Ancak;Akif'in ne şartlar altında bunu yazdığını,cepheyi görmese bile bu marşla cephe gerisinden,cepheyi nasıl bu kadar realistik bir bakış açısı ile aktarıp yeri gelip milli yeri gelip dini unsurlar ile harmanlayarak,Anadolu'nun bağrına marşı nakış gibi,ilmek ilmek işlediğini bilmiyoruz aslında.Yazılış hikayesi ise anahatları ile şu şekilde olmuştur;Meclisin açtığı İstiklal Marşı yarışması münasebeti ile kazanana bir kese altın ödül olarak verilecektir.Mehmet Akif'in,sırf parayla milli marş yazılmaz diye yarışa şiiri dahi göndermez dönemin milli eğitim bakanı Hamdullah Suphi görür ki Akif'in şiiri gelmemiştir,hemen Akif'e mektup yazarak ödül konusunun çözüleceğini aktarır.Akabinde Kuşçubaşı Eşref'in evinde bugünleri takip eden günlerin birinde buluşulup sohbet esnasında dip odaya çekilen Akif,uzun bir süre odadan çıkmaz Kusçubaşı Akif'i merak eder ancak kalkıp bakamaz,içeriden de ilginç sesler gelmektedir sonrasında Akif, odadan çıkar Kuşçubaşı ile vedalaşıp oradan ayrılır ancak Kuşçubaşı adı gibi emindir ki Akif bir yerlere bir şeyler yazdı,gaz lambasını alıp Akif'in çıktığı odaya dalar masaya,yere her yere bakar ne kağıt ne kalem var sonra lambanın duvara yansıyan gölgesinde bir şey görür.Akif,kalem-kağıt bulamadığından duvara tırnağı ile marşımızın ilk iki mısrasını kazımıştır;

"Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak."
Akif'in de dediği gibi Allah bu millete bir daha İstiklal marşı yazdırmasın.

18 Ocak 2019 Cuma

İletişime teknoloji damgası


  Değerli okurlar,yazıma iletişimsizlik gibi bir kelime ile başlamak istiyorum,iletişimsizlik,iletişim bozukluğu adına ne derseniz deyin aynı durumu kastediyorum,insanların birbirini yolda,sokakta,ötede,beride birbirinden kaçarcasına selam vermeyip kendi dünyalarına çekilmesi,bu dünyada kendi benliğini arayışı, esasında bu tam anlamıyla bir kendi dünyasına da çekiliş değildir,
fark ettiniz mi bilmiyorum ancak son zamanlarda(özellikle son 6-7 senelik süreç içinde) insanların birbirine de tahammülü kalmadı sabır testisi kırıldı,taştı,hatta tuz buz oldu o sabır testisi resmen, bunun  birinci sırada yer aldığını düşündüğüm sebeplerinden biri teknoloji,yani diyebiliriz ki;teknoloji,tahammülsüzlüğü bu da iletişimsizliği ortaya çıkartmıştır bunu sebepleri ile beraber alt paragraflarda açıklayacağız.
  Siz değerli okurlara teknolojinin tam anlamı ile ne olduğunu kuru bir tanım ile açıklamaya çalışacağım ama buna çok takılmayın zaten teknolojinin ne olduğunu bilmeyenimiz yok sadece önümüzde bulunsun maksadı ile yazılacak ee ne de olsa söz uçar yazı kalır demişler.
  Teknoloji:Bir sanayi dalı ile ilgili yapım yöntemlerini, kullanılan araç, gereç ve aletleri kapsayan bilgi.Bu bilgi ilk aşamada yalnızca belli alanlarda iken artık resmen her alanda kendini bulmuş oldu.Şu an bu yazıyı dahi böyle bir alan içinde icad edilen bir makineden yazmam,gelinen noktayı yeterince özetlemektedir.
  Teknoloji,dünya üzerinde en hızlı gelişen saha olduğu ortada,neredeyse her işimizi teknolojik aletlerle yapar olduk alış-verişten tutun  da yazı yazmaya,sınav başvurusu yapmaya kadar,birimizle  iletişime dahi geçerken bu cihazları kullanır olduk.Peki biraz da bu teknolojik aletlerle kurduğumuz iletişime bakalım gerçekten bu teknolojik aletlerle kurulan iletişime inanan var mı? Şahsım adına konuşmak gerekirse ben inanmıyorum,bunun sebebi de gayet açık çoğumuzun sosyal medya hesabı var ve burada da kendimize arkadaş edindiğimiz kişiler var hangimiz gerçek yaşamda buralarda edindiğimiz arkadaşlara yer verir,yahut selamlaşır hele ki iletişimsizliğin veba gibi yayıldığı şu dönemde,ben şahsen inanmıyorum.Buna iletişim denemez dense dense belki de iletişimcik denilebilir.İşte esasında bizleri bu noktaya getiren yer bu denli olan teknolojik gelişmeler yazının bu kısmına kadar teknolojiyi dünyanın en kötü şeyi olarak gösterdim ancak madalyonun bir de diğer kısmı var bunu da eskilerden beri söylenen bir sözle sizlere açıklamak istiyorum.
Azı karar çoğu zarar derler,bu saha,bu teknoloji sahası da öyle bir gelişme kaydetti ki;artık insanlara faydadan çok zarar vermeye başladı bunu sizlere bir örnek ile açıklamaya çalışacağım,bir kişiyi yılan soktuğu zaman o yaranın iyileşebilmesi için panzehrinin bulunması gerekir peki nedir panzehir derseniz panzehir aslında o örnekte verilen yılan zehrinin işlenip,ilaç haline getirilmesinden başka bir şey değildir,bu ilaçlar kişiye belli dozlarda verilerek o panzehirin zerk edildiği vücutta bulunan zehri atması sağlanır,yani ilaç aslında zehirden oluşmaktadır fakat dozu fazla alırsanız yine zararlı olacaktır ve fayda etmeyecektir,günümüzde de teknoloji tıpkı bu panzehire benzer ve bunun gibidir ihtiyacımız açık şekilde var bunu inkâr edemeyiz,ortada ancak yeterli dozdan fazlası insanlara,kişilere faydadan çok zarar getirecektir fakat bu demek değildir ki;teknoloji son derece zararlıdır ondan daima uzak duralım,böyle bir şey mümkün de değildir zaten.
  Ancak şunu söylemeden geçemeyeceğim bir çocuk düşünün 4-5 yaşlarında elinde akıllı telefon sabahtan akşama kadar onunla oynuyor,yemek yemiyor diye eline ebeveynleri tarafından tutuşturulmuş bir cihaz,o çocuk acıkınca bir şekilde elbet yemek yiyecek,doyacak ama o cihaza doyması mümkün değil çünkü;o cihazın içine öyle bir şey yerleştirmişler ki;değil çocuklar bizler,büyükler dahi elimizden düşüremiyoruz çocukların bırakmasını beklemek nafile bir beklentiden öte değildir.
Gelelim yazının başından bu yana esas değinmek istediğim noktaya tahammülsüzlük bu kelimeyi ben de dahil kafamızda iyi tutalım hatta bir daha söyleyelim büyükçe de yazalım;TAHAMMÜLSÜZLÜK.
Yazı yazarken karşılaştırma yapmayı çok seven ben bu yazıda da karşılaştırma yapmadan edemeyeceğim,nedir bu karşılaştırma yapılacak durum derseniz, eski dönem insan ilişkileri ile yeni dönem insan ilişkileri
  Değerli okuyucular bizler eskiden çevremize insanlara fazlaca saygı gösterip,başkalarına saygının, kendimize saygı olduğu şiarından ayrılmazdık.Araçla seyir halindeyken yolda yaya gördüğümüz zaman ona yol verirdik,şimdi resmen bir yere bir saniye geç kalacağız diye,saliseleri sayar olduk,bir arkadaşımıza sosyal medya hesabımızdan mesaj attıktan 5 dakika sonra arayıp neden cevap vermedin ne oldu diye hesap sorar olduk,bizden büyükler değil miydi mektup yazdıktan 1 ay sonra mektup cevabı alan,ne ara teknolojiye kendimizi bu kadar kaptırdık,ne ara bu kadar tahammülsüz bireyler olup yine aynı tahammülsüzlük anlayışı ile bireyler yetiştirmeye çalışır olduk.
Gerçekten biz ne zaman böyle olduk ki?

Aşk Cinayetiymiş!

Geçenlerde bir haber gördüm:"Aşk cinayeti" İnsan düşünüyor.Aşkın cinayeti olur mu?Aşıksan neden cinayet işlersin?Hele ki sevdiğin ...